26 Şubat 2013 Salı

Çözülemeyen Denklem - Sanatçı


Her ne kadar sosyal medya üzerine çalışmalarımı sürdürsem de aslında sanat yönetimi bölümü mezunuyum ve bu alandaki konular doğal olarak her zaman ilgi alanım dahilinde. Bugün sizinle sanat dünyamızın çözümlenemeyen sorunlarından birine odaklanalım istiyorum. Öncelikle hikayemizin başrol oyuncusu son Documenta'nın küratörü ve Art Review dergisine göre sanat dünyasının en güçlü isimlerin biri olan Carolyn Christov-Bakargiev. New York'ta düzenlenen bir panelde Documenta sergisinde neden sanatçılara ücret ödemediklerini gülerek ve kayıtsızca şu sözlerle aktarıyor: “Sanatçıysanız hiç para almıyorsunuz, evet, çünkü zaten sergiye davet edilmişsiniz ve size eserinizi üretme imkânı verilmiş, bu yüzden sanatçılara para ödemedik.”

Bir sanatçısınız, işleriniz önemli bir etkinlikte yer alsın ve tabii ki kitlelere ulaşsın istiyorsunuz (ulaşmasın da isteyebilirsiniz ama katılımınızla ulaşsın istediğinizi varsayıyorum)  ama aynı zamanda bu sizin emeğiniz, siz buradan kazancınızı sağlıyorsunuz ki daha iyilerini üretebilin ve doğal olarak bir sergiyi sergi yapan oraya katılan sanatçıların sağladığı katma değerdir aynı zamanda. Yani bir sergi oluşurken onu bir araya getiren yapı taşları çok önemlidir ancak sanatçıların varlığı o sergiyi gezilebilir kılar. Bir küratörün gülerek ve aşağılarcasına bu şansı yakalamışlar, tabii ki para kazanmayacaklar sözünü açıkcası hazmedemiyorum.

Bir sanatçı sanatını farklı şekillerde icra etmeyi tercih edebilir örneğin tamamen para ve şöhret amacıyla iş üretebilir ya da para kazanmama pahasına üretimini devam ettirebilir ama bu seçimleri üzerinden biri rant elde ediliyorsa burada sanatçıya sana üretme imkanı verdik, para veremeyiz deme hakkınız olamaz. Arkasına inanılmaz büyüklükte sponsorlar alan bir etkinlik, o etkinliğin sorumluluğundan dünyalar kazanacak küratör ve birçok farklı nokta bundan kar sağlarken, sanatçının sadece katıldığı için şükretmesini beklemek nasıl bir hayal dünyasının ürünü bunu bilemiyorum. Ancak sevgili Carolyn Christov-Bakargiev için çok güzel bir video hazırlanmış, kısaca şöyle diyorlar kariyerinin önemli işlerinden biri olacak Documenta küratörlüğünü üstlen, en önemli insanlarla tanış sonunda belki de en önemli insan sen ol, 4 yıl uğraş ama para alma çünkü sen bu önemli iş için davet edildin. Kabul eder misin? Hiç sanmıyorum.


21 Şubat 2013 Perşembe

New York Notları #4

Damak tadıma güvenir ve gittiğim ülkelerde zevkime uygun tadları denemeden dönmem. Öncelikle notlarımın başında cupcake için Magnolia Bakery denildiği kadar var demiştim ama New York sokaklarında daha iyisini buldum arkadaşlar, hemen paylaşayım da bilgi üzerimde ağırlık yapmasın.


Two Little Red Hens; 2.Avenue ile 86.Street'in köşesinde cupcakelerden kişisel favorimin Peanut Butter Cupcake olduğu ufacık tefecik ama yedikten sonra aklınızdan asla çıkmayacak bir pastane. Pasta, muffin ve cupcake yapıyorlar. Güzel kahveleri ve çayları da var. Metropolitan müzesini ya da Guggenheim müzesini gezdiğiniz gün hemen 10-15 dakikalık bir yürümeyle ulaşabilirsiniz. Günün yorgunluğunu, hayatın ağırlığını üzerinizden atabilir ve tatilin tadına orada varmaya başlayabilirsiniz. Sitesi de şöyle : http://www.twolittleredhens.com


Bu doyurucu bilgiyi paylaştıktan sonra gelelim Empire State Building'e! New York'a gelip tepesinden şöyle bir manzaraya bakmadan dönmek olmaz dedik, kendimizi 102. katta bulduk :) Empire State Building; 5.Avenue üzerinde 33. ve 34. Street'lerin arasında kalmakta. Empire' a yürümeye başladığınız anda sizi binada sıra beklemeden ve daha hızlı bir şekilde en üst kata çıkabileceğiniz aynı zamanda tarihi ile ilgili bilgi alabileceğiniz biraz daha pahalı biletler satmaya çalışan kişilerle karşılacaksınız. Eğer hafta içi gittiyseniz ve sabah saatleri ise merak etmeyin sıra yok denecek kadar az oluyor ve böylece hızlı ama pahalı biletlere ihtiyacınız olmuyor. Empire' a girdiğiniz anda oradan oraya yönlendirilecek hatta bir köşede çıkışta almak üzere Empire State Maketi önünde fotoğrafınızı çektireceksiniz. Tabii ki ücretsiz değil, 20$'a fotoğrafınıza sahip olabilirsiniz. Dönüş rotanızın ise mağazaların içinde geçerek olacağını söylememin heralde gereği yok, farkındasınız burası Amerika! Bilet alma noktasına geldiğinizde yetişkinler için 25$ ödeyecek eğer bizim gibi 102. kata yani 1250 feet yüksekliğe çıkmak isterseniz ayrıca bir 17$ daha ödeyeceksiniz. Bence yapmalısınız, gelmişten en tepeden bakmanın zararı olmaz :)



New York' gelmişten uğramadan geçemeyeceğin bir diğer klişe Times Square! Rengarenk, reklam panolarıyla dolu, güzel lokantalar, devasa çikolata dükkanları olan tam ortasında durduğunda karşıdaki reklam alanında kendini görebiliceğin dev bir pazarlama noktası. Gittik, gördük, gezdik ve tam bir Amerikan fotoğrafı çektirdik.


New York'ta inanılmaz bira çeşidi var, marketlerde kendinizi hem çeşit anlamında hem de fiyat anlamında kaybedebilirsiniz. Gördükçe burada verdiğimiz paralara o kadar üzüldüm ki, adamlar lokal barlarda bile bizim bir bira için ödediğimiz fiyata 3 tane içiyorlar!


Biraz akraba ziyareti biraz da merak ile New York maceramız içerisinde kendimizi en küçük eyalet olan Rhode Island-Providence' a attık. Otobüs terminalinden alacağınız bir biletle 3 buçuk saat süren bir yolculukla varabilirsiniz. Otobüslerde istediğin yere otur klişesi doğru ve ücretsiz wifi var! Ufak ama güzel bir yer Providence, öncelikle sakin, kendi halinde gençken oturmanın çok cazip olmayacağı, arabaya kesin ihtiyaç duyulan ama kumarhanesi olan bir yer :) İlk defa kumar oynadım, sorun yok kaybetmeyi sevmiyorum ve kaybettiğimi almadan çıkmıyorum. Benim için kumarbaz tehlikesi yok :) 



Hazır Providence'a gelmişken neden ufak ama zengin sahil kasabası Newport'a gitmeyelim dedik sonuçta arabayla 45 dakika. Burada ufak bir saçmalık var, girdiğiniz köprüye girerken ve dönerken para alıyorlar :/ Saçma ötesi bir uygulama! Neyse Newport'ta çok beğendiğim bir evin arkadaki evin müştemilatı olduğunu anladığımda nasıl bir yerde olduğumuzu biraz çözdüm diyebilirim. Artık ufak Çırağan Sarayı şeklindeki evlerini müze yapmışlar oradan anlayın ne demek istediğimi. Son olarak John F. Kennedy'nin evlendiği kliseyi ziyaret edip, Irish Pub'da harika bir yemek yiyerek Newport'u terk ediyoruz.






Bahsedecek bir lezzet noktam daha kaldı o da Max Brenner, çikolata seviyorsanız başka söze gerek yok, gitmeden dönersen gelmemiş sayılırsın New York'a! Çikolatalı kahvelerden, fondülere kadar her yerde borulardan çikolatanın geçtiği bir cennet burası. Yerini Broadway'de 13. ve 14. Street'lerin arasında bulabilirsiniz.




Son olarak Central Park'ta yürüyüp havayı içine çekmeden, kenarında cadde üzerine kurulan Strand kitapçısına bakmadan, bol bol fotoğraf çekmeden ve kuşlarını direklere dizilmiş halde görmeden seyahatini tamamlayamazsın. Bugün New York notlarımın sonuncusunu yazdım, umarım sizler için faydalı ve kendi arayıp da bulamadığım cinsten notlar yazmayı başarmışımdır. Gezmeyi ve keşfetmeyi seven herkesle başka seyahat notlarımda buluşmak üzere! :)




Fotoğrafların tamamı bana aittir, daha fazlası için : instagram'da serrahanim adresindeyim!

10 Şubat 2013 Pazar

New York Notları #3


New York notlarının bu bölümüne birbirine çok yakın mesafede ama birbirinden çok farklı iki kültürün bulunduğu noktadan bahsederek başlamak istiyorum. Metro'da yeşil 6 tren hattına binerek Canal Street'te inerseniz, kendinizi Chinatown'ın göbeğinde bulacaksınız. Sırayla dizilmiş hediyelik eşya dükkanlarından, Çin lokantalarına, bitki-baharat dükkanlarından harika seramik ürünler satan yerlere kadar gezmek ve fotoğraf çekmek için mutlaka uğrayın.


Chinatown'ın hemen karşısında ise bambaşka bir kültüre doğru yol alabilirsiniz. Little Italy, İtalyan mutfağından örnekler sunan restoran ve pastanelere sahip sokaklardan oluşuyor. Uzun yürüyüşler sonrası girdiğimiz yerin makarnasını hiç beğenmediğimiz göz önünde bulundurulursa, restoranlar hakkında iyi bir araştırma yapıp gitmenizi tavsiye ederim.


New York'a kadar gelmişken magazin dergileri almadan olmaz dedim ve birkaç adet edindim. Okuduklarımdan magazin basınının eleştirme konusunda sınır tanımadığını söyleyebilirim ayrıca bir açığınızı yakaladılar mı tam anlamıyla paçanıza yapışıyorlar anladığım kadarıyla. Örneğin artık Lance Armstrong adı asla direkt isim olarak yazılmıyor, 'disgraced Lance Armstrong' olarak değiştirmişler. Tabii ki bu meselede konu son derece önemli ama içinde isminin 100 kere bu şekilde kullanıldığı yazılar okumak bana bu şekilde hissettirdi.

Gittiğim ülkede zaman zaman turist yerine yerli gibi davranmak istediğim için kendimi sinemada Gangster Squad filminde buldum, klişelerin doğru olduğunu söyleyebilirim koltuk numarası yok ve mısırlar gerçekten yağlı :) Bu yönde bir diğer eğlencem ise her gün kazı kazan oynamak oldu. İlk geldiğim gün 2 dolar verip 8 dolar kazanınca New York'un beni sevdiğine karar verdim. Kazı kazanlar bizdeki gibi tek tip değil, 20'den fazla çeşidi var ve fiyatlar 1$ ile 20$ arasında değişiyor.


New York'ta dört tane müzeye gittim bunlar MOMA, The Metropolitan Museum of Art, Guggenheim ve Museum of Moving the Image. Mutlaka gitmeliyim derseniz, sanata ilginiz tatilinizi müzelerde geçirmek seviyesinde olmasa bile kesinlikle gitmelisiniz derim! Ancak Metropolitan müzesi için neredeyse yarım gün hatta tam günü ayırmanız gerekiyor bu açıdan sizi uyarmalıyım. Müze pazartesileri kapalı ve ücreti 25$, diğer müzeler gibi target free day uygulaması yok. Burada hemen 'Target free day' uygulamasından bahsedeyim, gittiğiniz tarihlerde müzenin sitesinden ücretsiz olduğu günlere bakın, ayın belli tarihlerinde belli saatler arası kimisi tamamen ücretsiz kimisi ise 'pay what you wish' yani ne kadar ücret vermek istiyorsan onu vererek girebildiğin günler belirliyor. Örneğin MOMA ve Moving Image müzesi tamamen ücretsiz iken Guggenheim' de dilediğiniz  ücreti ödeyerek girebiliyorsunuz. Bu günlerde genelde kuyruk oluyor, ücretsiz saatlerin başlangıcından 15-20 dakika önce gitmenizde fayda var.






İçlerinde en çok sevdiğim müze MOMA oldu, burada Edward Munch'un meşhur scream tablosundan, Van Gogh'un hiç görmediğiniz tablolarına, Picasso'ya, Monet'ye, Rembrandt'a, Rene Magritte'e ve her dönemden en iyilere rastlayabilirsiniz. Müze mağazası ise Türkiye'deki müze mağazalarına ders verir nitelikte. Ivır zıvırlarla doldurmak yerine müzeye özel tasarımlara ve ciddi bir kitap koleksiyonuna yer vermişler. Guggenheim gelmeden önce çok ilgimi çeken ama en az sevdiğim oldu. Museum of the Moving Image ise Astoria'da 26.street'te ufak bir müze, kendi videonuzu çekerek hareketli minik bir kitapçığa çevirebileceğiniz, farklı filmlere dublaj yapabileceğiniz ve maskelerden, ünlü filmlerin ürünlerine kadar örnekler görebileceğiniz bir yer.



Daha fazla resim görmek isterseniz, instagram'da serrahanim adıyla beni bulabilirsiniz.

Devamı yakında :)

4 Şubat 2013 Pazartesi

New York Notları #2

Ülkelere yaptığım yolculukları seyahatten ziyade bir macera gibi algılamaya çalışırım. Her gördüğüm yer oranın halkını ve adetlerini anlamama yardımcı olur, bu sayede kendi davranışlarımı ve bakış açımı sorgular, vizyonumu ve dünyaya bakış açımı geliştirmeye çalışırım. Herkes kendi doğrularının gücüne inansa da kalıpların dışında çıkmak bazen size gerçek doğruları gösterebilir. Bu nedenle maceramın yarısını turist gibi geçirirmeye, diğer yarısını ise yerliler gibi geçirmek benim için en anlamlısı.


Seyahat planlamamı öncelikle kendime bir seyahat defteri alarak yaparım. İçine yemek, alışveriş, gezilecek müzeler ve görülecek noktalardan oluşan bir planlama hazırlarım. Deftere müze biletlerinden, aldığım kartpostallara, oynadığım kazı kazanlardan bazı fişlere kadar yapıştırır, çizimler yaparım. İleride bakmak ve hatırlamak için mükemmel bir alan yaratmış oluyorsunuz kendinize şiddetle tavsiye ederim.


New York' ta ilk yapmanız gereken metro kartı almak, ben 2 hafta kalacağım ancak arada Rhode Island'a gideceğim için 1 haftalık kart aldım. Kesinlikle kendiniz para yüklemekten daha uyguna geliyor. Herhangi bir metro'da gişe görevlisinden temin edebilirsiniz, 1 haftalık kart şu an itibariyle 29 dolar kadar. Uzun kalacağınız tatillerde bir diğer mantıklı hareket aylık ya da haftalık internetli telefon hattı almak, iphone kullanıcısı iseniz viber gibi uygulamalardan telefon konuşmalarınızı yapabilir, imessage ve whatsapp'tan mesajlaşmalarınıza internet üstünden devam edebilirsiniz. Tavsiyem T-Mobile almamanız, çekim gücü çok düşük ve internette sıkıntı yaşabilirsiniz. Manhattan' da bir mağazaya girdiğinizde telefonunuz çekmezse şaşırmayın. AT&T ya da Verizon hatlarını deneyebilirsiniz.


Yararlı bilgiler kısmını verdikten sonra ilk işimiz 5.Avenue'ya gitmek oluyor, cadde denilince kızıyorlar ana cadde imiş orası. Caddelere de sokak diyorlar, bizden biraz farklı isimlendirmeleri. 5.Avenue lüks mağazalardan oluşan epey uzunca bir yer, zaten Lexington Avenue, Park Avenue, Madison Avenue ve 5.Avenue yukarıdan aşağı doğru diziliyorlar ve onları sokaklar kesiyor. Böylece gideceğiniz bir yeri metroda ararken avenue ya da street ayrımına bakarak bulabiliyorsunuz. Aslında mantığını çözünce basit bir sistemi var.


Fifth Avenue'nun bir ucunda Apple Temple var, tabii ki benim uğrak noktam oldu. Bir adet ipad alarak da kendimi fazlasıyla memnun ettim diyebilirim :) Buralarda türlü türlü dükkanlar var genelde zincir mağazalar, hemen Apple Temple'ın yanında FAO Schwartz diye oyuncak, şekerleme ve giyim ürünleri satan çok güzel bir dükkan var, hediyelik eşyalar için tavsiye edebilirim. Yararlı bilgilere ufak bir ekleme daha, Amerika'da gittiğiniz mağazalarda gördüğünüz etiket fiyatları vergi hariç rakamlardır. Vergiler eyaletlere göre değişiyor, New York vergi yüzde 8 civarı ve her üründe vergi var. Örneğin Rhode Island'da giyimde vergi yok, New Hampshire'da ise hiç vergi yok. Eyaletlere göre kurallar emniyet kemeri takılmasına kadar değişiyor, gideceğiniz noktaları araştırın derim.


Favori yiyecek adreslerinden devam edelim, Madison Square Park'ın içindeki Shakes Shack isimli burgerci yemeden dönülmeyecek kategorisinde! Aslında farklı yerlerde de dükkanları mevcut ama burada yemeğinizi yerken sincapları besleyebilir ve onlarla harika bir öğleden sonra geçirebilirsiniz. Benim burger tercihim klasik shack burgerden yana oldu, yanında patates almadan geçmeyin peynir sosuyla şahane oluyor. Buranın özelliği önce gidip sipariş veriyorsunuz ve size verilen kumandayla masanıza gidip oturuyorsunuz. Kumanda titrediğinde gidip siparişinizi alıyorsunuz, ismini  de bu özelliğinden alıyor. Yakın zamanda Avrupa'ya açılıyorlar, ilk durak Londra olacakmış benden söylemesi.



Devamı yakında...